25
sıra dışılıktan ziyade içerdiği sığırlıkla aklımdan çıkmayan bir olayla dahil olacağım. sınıfta tahtalar kanatlı, açılıyor kapanıyor ve de fazla miktarda bir alan sağladığı için genelde hocalar yazıp silmek yerine önce bütün yüzleri doldurmaya çalışıyor, sonuç olarak da laga luga bir ders değilse hoca ders bitiminde sınıftan tahtanın tüm yüzlerini dolu bırakıp gidiyor. sonraki dersin hocası da mecbur, derse başlamadan tahtayı silmek zorunda kalıyor.
o sene okula yeni gelmiş bir alman hoca var, adaptasyon sürecinin çok başlarında. bu abinin yaşadığı kültür şokunu bir kenara bırakıp sadete gelirsek, derse başlamadan tüm tahtayı tozuta tozuta süngerle silmek işine gelmiyor hocanın. henüz yeni olduğu için ne yeterli türkçesi var ne de ilgili personelle samimiyeti, tahta silme sorununu kendi sırtlanıyor. ertesi hafta sınıfa bir kova ve çekçek** ile giriyor hocamız, bir güzel parlatıyor tahtayı, eserinin gururuyla başlıyor dersi anlatmaya. ders bitiminde de hem öğretmenler odasına kovayla gitmek istemeyeceği için hem de belki diğer hocalar da nasiplensin diye aletleri sınıfta bırakıp gidiyor.
ertesi gün derse geliyor hoca, sınıfa giriyor, tahtayı silip başlayacak ama o da ne? kovayla çekçeğin yerinde yeller esiyor. şaşırıyor, anlam veremiyor ve sınıfa soruyor ne olduğunu. sınıftan bir öğrenci de hocaya "türkiye'ye hoşgeldiniz." diyor.
birebir şahit olmamakla beraber dönemimden birilerinin başka bit sınıfta yediği halttır bu. hani güzel okullara gidince herkesin kafa zehir, akıllı uslu tipler olacağını düşünürdük ya küçükken, benim o algım sanırım bu olayla kırılmaya başladı. ne tipler var allahım yarabbim.
neyse madem biraz da gülelim. yine bizzat denk gelemediğimi, benden sonra olan ama duyduğum bir olay: russell crowe film çekimi için türkiye'ye gelmişken istanbul'u geziyor. her turist gibi tarihi yarım ada diye anılan bölgede gezerken herhalde yanlış bir yere falan sapıyor veyahut çekim için uygun mekan arıyor tam bilmiyorum, bir şekilde bizim okulun bahçe kapısına geliyor. kapısı bile zaten şekil şukul, bir de binayı görünce iyiden iyiye bahçeye girmek, binayı gezmek görmek istiyor. dünyaca ünlü bir aktörün okulu gezmesiyle kimsenin derdi olmayacakken, hatta daha sonra böbürlenerek anlatılabilecek bir olay olacakken küçük bir pürüz çıkıyor: kapıdaki hasan abi russell crowe'u çıkaramıyor, russell'ın türkçesi olmadığı gibi hasan abi'nin de ingilizcesi olmadığı için anlaşamıyorlar da, hasan abi de onu yine yolunu şaşıran bir turist sanıp el kolla savuşturmaya çalışırken geçen birileri müdahele ediyor da kriz öyle çözülüyor. bir de buna ek olarak bahçede russell crowe'la bizim okulun fotokopicisi ali abi'yi aynı karede yakalamışlar, ali abi'nin de catch phrase'i mesleğinin bir getirisi olarak "10 kuruş versen yeter abisi"ydi. ortaya çıkan caps'i daha da anlatmaya gerek yok sanırım. erken yaşta da aramızdan ayrıldın ali abi, nur içinde yat.
tümünü gör