5
mustada kemal tarafından "kimsesizlerin kimsesi" olarak tanımlanmıştır.
ilan edildiği tarihlerde, idealleri ile (insan) kaynakları arasındaki uçurum o kadar büyüktür ki... h.c.armstrong'un meşhur bozkurt kitabında, kurtuluş savaşı sonrası halktaki genel düşünceyi aşağı yukarı şu şekilde anlatır: "... ilgi alanları yaşamın temel güçlükleri, tarlaları, hayvanları, küçük dükkanları, vergi memurlarının rüşvetçiliği, oğullarının askerden sağ dönüp dönmeyeceği ve yaşlılıklarında kendilerine bakıp bakmayacağı, kızlarının iyi bir kocaya varıp varmayacağı gibi konulardı. kanlarının dırdırı, onlar için ankara'daki meclis'in tüm müzakerelerinden çok daha gerçekti. kahramanları, mustafa kemal ister padişah ister cumhurbaşkanı olsun, barış devam ettiği, yeterli yiyecekleri, yaşayacakları ve uyuyacakları bir yerleri olduğu sürece, onlar için hiç farketmeyecekti."
evet, halk çanakkale ve milli mücadele kahramanının arkasındaydı. ama siyaset her devirde kirli bir işti. mustafa kemal'in kendisini padişah ilan etme hevesi yokt. buna karşın siyasi rakipleri onun muhtemel padişah olma hevesinden hep ürktüler. onun gücünü sınırlandırmak, mümkünse itibarsızlaştırıp devirmek için türlü ayak oyunları fırsat bulunan her seferinde devreye sokuldu. bugünden bakıldığında, cumhuriyet'in tüm sevabı ve günahından mustafa kemal sorumlu tutulmaktadır. oysa ki, onun iktidarı da, diğer bütün iktidarlar gibi, çeşitli çevreler ile ittifaklarla oluşturulmuş bir iktidardır. bu çevrelerle uzlaşmak gerekmiş, bazı planlar -geçici süre için olduğu düşünülerek- rafa kaldırılmış, bazı istenmeyen şeylere de onay verilmiştir. bunun yanında, bugün olduğu gibi o zaman da mustafa kemal adına, aslında onun hiç de onaylamayacağı icraatler de yapılmıştır. özetle, "tek adam"ın, genç cumhuriyet'in gittiği yönde yüzde yüz kontrolü söz konusu değildir. ülke yönetimi ve siyaset, kadro işidir.
kimsesizlerin kimsesi olma iddiasındaki cumhuriyet, bu şartlar altında dar kadrosu ve zorlu misyonu ile yola çıktı. biçimsiz bir taş kütleden gösterişli bir heykel yapılacaktı. zamanın çok gerisinde kalınmıştı. ufak bir çekiç ve eğe ile sabırla işlenmesi gereken taş kütle, bu sebeple balyoz ve kazıkla şekillendirilmeye çalışıldı. bir yanda uçak fabrikası açmaya varan atılımlar gerçekleşirken, köylü halk için toprak reformu bir türlü yapılamadı. bir yanda operalar sergilenirken, diğer yanda alaturka müzik yasaklanıyordu. okur-yazar sayısı müthiş bir hızla arttırılıyor, buna karşın okunacak materyale müthiş sansür uygulanıyordu. pozitivist düşüncenin egemenliğinde halk, makineymişcesine yönlendirilmeye çalışılıyordu. tabii ki bu zorlama birçok yerde dirençle karşılandı. insanlar, ancak karınlarını doyurabiliyorken, allahın gazabını üzerlerine çekebilecek yeniliklere uyum göstermekte hiç de hevesli değillerdi. yerel otoriteler de mevcut durumdan çıkarları gereğince bu korkuları sürekli besliyorlardı. birçok isyan çıktı. ve maalesef bölgede zihinlere nüfuz edemeyen devlet, isyan bölgelerine -maalsef- kangrenli organ muamalesi yaptı. evet, idealleri parlak cumhuriyet, birçok günah da işlemişti.
devlet aygıtının imkanları kullanılarak yaşamların şekillendirilmeye çalışılması, o zamanlardan bugünlere kalan bir mirastır. iktidara gelen her zihniyet, kendisinden öncekilerden öğrendiği bu yöntemi kendi amaçlarına uygun yönde kullanagelmiştir. ama o günlerden, cumhuriyet'in medenileşme ideallerini benimsemiş bir kesim de miras kalmıştır. bu kesim, doksan bir yıllık deneyimi ile bugün, şekilci bir medenileşme yerine doğruyu bulmuş olarak özgürlük idealine, akılcılığa, bilimselliğe gönül vermişlerdir. "imama kızıp orucu bozma"maktadırlar. cumhuriyet'in nimetlerinin farkındadırlar.
cumhuriyet'i anlamış herkesin cumhuriyet bayramı kutlu olsun.
tümünü gör