24
kaynamak, diğer bekleyenleri hiçe saymak, sabırsızlık, saygısızlık temalı çalışmam:
yan yana iki kişinin yürüyebileceği genişlikteki kaldırımda karşıdan gelen 2 kişinin sizin tarafınızdakinin siz yokmuşçasına, tabiri caizse adeta babasının kaldırımıymış gibi yürümesi. yani karşıdan birinin geldiğini görüyorsun, onun yolunda olduğunu biliyorsun ama bunun için hiçbir şey yapmıyorsun, ne yanındakinin önüne arkasına geçiyorsun ne yavaşlıyorsun. birbirimize omuz atmamak için kaldırımdan inmek veya kaldırımın kenarında akrobasi yapmak zorunda mıyım? nedir bu rahatlık? hele bir de yağmurlu bir gündeyse, hem de yokuş çıkmaktan nefes nefese kalınmışken. ah volkan ah!
biriyle dışarıda konuşurken konuştuğunuz kişinin tanımadığınız arkadaşının yanınıza gelip muhabbete adeta yırtık dondan çıkarmış gibi dalması. arkadaşını görünce bir yanına gider selam verir en kötü iki kelime konuşup yoluna devam edersin, çok normal bir şey bu ama benim dert yandığım hararetli bir şekilde ciddi şeyler konuşulurken lafınız bitmeden muhabbete girmeye çalışan tiplerden. şu eyyorlamam bu kadar diyen adam gibi gel mesela kameraya ve mikrofona baka baka, lafım bitinceye kadar da bekle azıcık başımın üstünde yerin var. ama öbür türlüsünü yapınca sen gittikten sonra ne anlatıyordum, nerde kalmıştım hatırlamakta zorlanıyorum bazen. sana yaptığım hırstan bahsetmiyorum bile. mesela ben de arkadaşımı görünce gider konuşurum yanında biri varsa ve konuşuyorsa beklerim zaten kalabalıklarsa yüzler döner ben daha bir şey demeden hedef kişi beni görür lafa girer veya iki üç kişiyse illa görünürüm bir şekilde, ama goygoy yapılmıyor, kritik mevzular konuşuluyorsa dakikalarca bekleyebilir veya bunu çakızlayıp yoluma devam edebilirim. böyle de yapıyorum ve insanlardan da aynı duyarlılığı bekliyorum.
sıraya kaynayan insanlar. bunla ilk tanışmam ilkokul üçüncü dördüncü sınıf zamanında oldu. o zamanlar bahçeye sınıf sırasında önden yer tutabilmek için erken gelirdik sonra çantalarımızı yere bırakır gezer oynardık. vakit gelince her sınıf üçlü sırasına girerdi, andımız okunurdu sonra koştura koştura sınıflara çıkardık. sınıfta herkesin oturduğu yer belliydi, girdiğimiz sıranın hiçbir önemi yoktu belki ama o zamanlar bizim için çok önemliydi bu. bokluk burada başladı.
biraz daha büyüyünce yanlış hatırlamıyorsam bir yaz tatilinde birkaç arkadaşımla yerel bir takımın basketbol kursu/antremanına gitmeye başladım. bazıları zaten önceden gidiyordu, biz diğer sonradan gelenler ailelerin çocuk evde boş oturmasın hem spor yapsın hem arkadaşlarıyla olsun düşüncesiyle yollanmıştık veya aklımız çelinmişti, o zaman anlamıyorduk tabi bunu. haa sinir krizinden bahsediyorduk ben yine dağıtıyorum konuyu. orada da mesela iki sıra olurduk bir soldan bir sağdan turnike veya şut o gün o an ne uygun görülmüşse sıramız gelince giderdik, işimiz bitince diğer sıranın arkasına geçerdik efendi efendi beklerdik. ama bazı akıllılar, genelde daha önceden beri oynuyor olanlar, bir şekilde sıvışır önümüze geçerdi bazen. ortama yeni gelmiş biri olarak ses çıkarmazdım ama içten içe de kızardım. zaten laf olsun diye gidiyordum, cidden kendini geliştirip ilerde de güzel yerlerde oynamak isteyen insanlara neden mani olaydım ki? düşüncem tabi ki böyle değil.
ortaokulun bittiği lisenin başladığı yıllarda daha la noliy diyemeden ilk darbeyi yemekhane sırasında yedim. hem de kaynayan sınıflar 11-12 falan olsa yüreğim yanmayacak ama 9. sınıflar bile yaptıkları işte ahlaki açıdan hiçbir yanlış yokmuş, hatta olması gereken oymuş gibi bizim sıramıza bizim yüzümüze bakmadan harş diye girerlerdi, genelde sınıf arkadaşları vs. ile geldikleri için kalabalık olmanın verdiği özgüvenle güle eğlene tepsileri alır giderlerdi biz de arkalarından bakıp söverdik. hatta o kadar kötü oluyordu ki bazen, yeni gelen 9. sınıflar o ilk kaynamış gruba eklenir, bizim sıra rush hour'daki köprü trafiği gibi kitlenip kalırdı. yemekhanede o gece pansiyonda nöbetçi kalacak hocalar olurdu hep, çok nadir uyarır veya sıradan çıkarırlardı ama. aşçı abilerimiz biraz daha anlayışlı ve delikanlıydı, bazen bu elemanlara vermiyorum lan sigigidin sıraya girin derlerdi. öyleydi böyleydi derken biz geldik 10'a 11'e, bu işleyişi sindirdik, dedik tamam üst sınıflar hep altına kaynayacak ama onlar da büyüyünce altlarına kaynayacak ve böyle sürüp gidecek. bu oturmuş sistem keşke böyle olmasaydı, mesela biz dönemce deseydik ki biz işte şu sınıflar olarak geçmeyeceğiz önünüze, siz de büyüyünce geçmeyin herkes sırasını beklesin alsın. diyemedik ya la, intikam istiyorduk, senelerce orada ayakta bekleyip yemeği aldıktan sonra da derse geç kalmamak için hızlı hızlı yemiş sınıfa koşturmuş biri olarak açıkçası çok istiyordum. ancak iki sıkıntı vardı; ilki yaptığım işi kendime yediremiyor olmamdı, ikincisi de hocaların sıraları sınıflara göre ayırmış, kaynayanları da daha sık uyarmaya başlamış olmasıydı. bu işi yapacağım dedikten sonra ikincisi osuruktan tayyare ama ilki beni yeyip bitiriyordu zira ben de önüne geçeceğim insanlar gibi beklemiştim, geçenlere küfrü direkt basamasam da içime doğru etmiştim ve bu yaptığım hareketin hiçbir hoş karşılanacak, makul bir yanı yoktu. sonuç olarak o sınıflara geldiğimde yemekhaneye öğle yemeklerine çok az gider olmuştum, kantinde tonguçluk yapıyordum çünkü bu ikileme tekrar düşüp sırada kaynarken boncuk boncuk terlemek veya efendi gibi sıraya girip kendi dönemimin önüme kaynamasını izlemek nerden baksan kurtarmıyordu. ama gittiğim seyrek zamanlarda da kaynıyorsam da en azından fermuar yaptım elimden geldiğince. o fermuar için önüme aldığım alt dönemin götüne yapışıp daha fazla kaynanmadan bir an önce yemeği alıp oturmaya bakan diğer alt dönem arkadaş; yaptığın şeyin sebebi biziz, bunu yapmakta haklısın da zira benden sonra gelenlerden kimse hiç fermuarı sürdürmedi ama.... neyse bir şey demeyeceğim.
yemekhanedir, kantinde öğle arasında biriken, her an bir pogo çıkması potansiyeline sahip aç ve sabırsız insan güruhudur itiş kakıştır derken toplu taşımayı sık kullanır olmaya başladık. bu sefer bahsedeceğim şey kaynamadan ziyade sabırsızlık ve saygısızlık hakkında. minibüstür trendir vapurdur tramvaydır binmediğim şey kalmadı sanırım, her hafta da mecbur binerdim bunlara. vapurda çok şükür sıralık bir durum yoktu, insanlar inmeden de kapılar açılmıyordu zaten. tren ve tramvayda durum çok daha sıkıntılıydı, araç durmaya yakın insanlar kapının önüne kümeleniyor, kapı açılınca genellikle inenlerin inmesini bekliyor, o binmeden gitmeyecek zaten, bunu farkında ve bekliyor. ama bazı tez canlı şahıslar* kapılar açılır açılmaz inen binen dinlemeden, inenleri yara yara binmeye çalışırdı. hala daha var böyle insanlar, işim ne zaman toplu taşımaya düşse illa ki görüyorum yine. hayır mesela şu kartal kadıköy metrosunda yetkililer bu duruma uyanmış, bir şeyler yapmanın gerekliliğini hissetmişler, kapının denk geleceği yere oklar çizip bineceklerin okun dışında beklemesini rica eden bir yazı yazmışlar. helal, umarım böyle böyle bitecek bu iş, bizler inandık siz de inanın. minibüs mevzusu daha sonradan çıktı benim için, olay da minibüs bekleyen bir grup insanın yol kenarında dizilip minibüs geldiğini görünce yola daha da çıkması, durduğunda kapıya en yakın olanların ilk binmesi. kaç kere böyle arkasından baktım minibüslerin, moralimi çok kısa bir anlığına yerine getiren düşünce zaten insanlar tıkış tepiş gidiyor oluyordu, sonra etrafımda benim gibi o minibüse binememiş, diğerini bekleyen insanlara bakınca bu düşünce koşarak uzaklaşıyordu. yine dağıtıyorum konuyu, hemen toplayayım. burada sinir krizi geçirten şey minibüse bindiğim mevkide bulunan, büyük ihtimalle de çevrede yaşayan insanların bu işin böyle olduğunu bile bile halen daha minibüs için bir sıra oluşturmaması, oluşturmayı düşünemeyecek, düşünse de uygulayamayacak kadar geri olması. ulan ne bok yerde yaşıyormuşum arkadaş.
artık çoğu alışverişimizi de kendimizin yapacağı, yaptığı yaşa gelmiştik. gidiyorduk, bakıyorduk, beğenip elimize alıp sıraya giriyorduk. yahu orada bile elbet densiz biri çıkıyor önüme geçiyordu. bazen genç oluyordu bazen anneannem dedem yaşında insanlar. hatta bir tanesini baya hatırlıyorum, erenköy carrefour'da yanlış hatırlamıyorsam remzi kitabevinde biri geçmişti önüme. daha liseye bile gitmediğim zamanlar. uyarmıştım, sırada ben varım demiştim, beni baştan aşağı süzmüştü kadın, istifini bozmadan önümde durmaya devam edecekti ailem yanıma gelmeseydi veya ters bakmasaydı, hatırlamıyorum tam nasıl oldu, önemli de değil zaten. şu boktan burada da kaçamamıştım, ilerleyen yıllarda da kaçamayacağımı sonradan anladım. nerde çokluk orda bokluktu çünkü, tırt bir yerde yaşadığım için de genelde bu çokluk saygısız, sabırsız ve cahil bir çokluktu. bahsettiğim yere alışveriş merkezi yapıldı, biraz uzağında üst geçit vardı ve insanlar sağdan gidip sağdan dönmeyi senelerce öğrenemediler, ilk örnekte bahsettiğim gibi üstüme üstüme yürüdüler. beni bu entry'i girmeme iten fark şuydu sanırım; evimin olduğu yerin insanından hiçbir beklentim yok, böyle basit şeyleri de öğrenmeleri için daha nerden baksan 10 seneleri var. ama böyle şeyleri odtü'de bile yaşıyor olmak koyuyor açıkçası. yani aslında odtü gözümde süper zekalardan, çok nazik, efendi insanlardan oluşan bir yer değil, böyle bir şeyi de lisedeki tecrübemden ötürü beklemiyordum zaten ama insan yine de biraz yüksek seviye, birazcık daha fazla insanlık bekliyor ister istemez, hele küçükken yaşadığım yere kıyasla. diğerleri hadi bilmiyor, farkında değil böyle kuralların* varlığının ama siz? doldu hocam doldu, dayanamadım, sokakta rastgele biriyle böyle bir şey yaşayıp tartışma çıkarmamak için buraya döktüm içimi. buradan beni böyle, benim standartlarıma göre baya uzun bir yazı yazdıracak kadar kızdıran, bana sinir krizi geçirten, bugün ders çıkışı eve gelirken a4'te yanımdan geçen insanlara ve yukarıda bahsettiğim basket gibi, ama bu sefer çok severek gittiğim teniste önüme geçen hıyarağasına teşekkürlerimi borç biliyorum. hem ironi var hem yok, yazdım rahatladım ama siz bu yazıyı büyük ihtimalle okumayacaksınız bile, bu hareketleriniz devam edecek. neyse, originofsymmetry out.
peşin peşin yazayım, durumumuz yoktu okuyamadık lafı da baydı artık, altına yapıştırana eksim hazır. saygılar.
tümünü gör