kayıt

mezun olmak

  1. 1
    bundan sonraki hayatınız boyunca haftada en az 45 saat *, it gibi çalışıp, öğrencilik hayatınızda yaptığınız o; kağıt, tavla, bilgisayar oynama, nette boş boş takılma, götünü yaya yaya tv karşısında pinekleme , ortamlarda içip içip sızma , sabaha kadar pes atıp cips + kola yapma , istedğinde hax'e girme, saç sakal derdi olmadan yaşama , sınırsız tatile sahip olma , kampüste kız kesme gibi eylemleri artık gerçekleştiremeyeceğiniz anlamına gelmektedir.

    mezun olmak, bu yarışı kazanmaksa; kaybeden kim?
    #48649 goqqy | 13 yıl önce
     
  2. 2
    bir son değildir, sadece yeni bir senaryo, farklı dekorların olduğu bir başka oyundur. büyük pencereden bakınca fark eden çok da bir şey yok aslında.
    #61657 stfu | 12 yıl önce
     
  3. 3
    yıllardır o okul senin bu okul benim derken henüz tadına bakamadığım şeydir;merak ettirir.buna rağmen, kanımca,olay vuku bulduktan sonra " bu muydu lan " diyeceğim durumdur
    #61663 noraluca | 12 yıl önce
     
  4. 4
    bir aksilik* çıkmadığı sürece 4. yılın sonunda öğrencinin evrildiği durumdur.

    benim gözlemlediğim olay ise özellikle son sınıfa geçen arkadaşların içinde bulunduğu buhran. kimileri gerçekten depresyona kadar götürebiliyor bu buhranı. arkadaş odtüden mezun oluyorsun yine diğer üniversitelere nazaran iş bulma olanağın olacak vs.. ama adam dertli. ne yapacağım mezun olunca, güzelim kampüsü bırakacağım, sosyal çevrem yok olacak şeklinde kara kara düşünen çok adamla sohbet ettim bira masasında. ah gözünü sevdiğim kapitalizm. ne yaptın bize.
    #66412 burocknroll | 12 yıl önce
     
  5. 5
    bir adet sırt çantası, 1 bavul giysi ve her türlü hastalıklara karşı koruma sağlayacağına inanılan bir adet vicks ile yürümeye başladım mezuniyet yolunda. detaya girsem kitaplar yazabilirim yolun son adımına kadar geldiğim süreçte, fakat hızlı bir bakış attığımda bile uzun cümlelerle ve insan duygusuna ortasından temas eden anlatımlarla boğuşuyorum. her neyse.

    sosyoloji: önce pozitivist, sonra yorumlayıcı en sonunda da eleştirel yaklaştırdı hayata. yanlış hayat doğru yaşanmaz demiş adorno, yabancılaşma nedir anlar gibi olduk sayesinde. bu bilim dalında toplumu ''fildişi kulelerden'' değil de tam ortasından, en reel tarafından ele alıp incelemek lazımmış ona da deneyimlerimle vakıf oldum. iyi laf yapma potansiyelimi de açığa çıkardı sosyoloji. ama etik değerleri de savunmayı öğretti bana. ondan dolayıdır ki, çıkar için değil toplum yararına iyi laf yapar oldu ağzım. her konuya kaş çatıyorum ve detaylarına kadar iniyorum teoriler sağolsun, ama pratiğin teoriye uyuşmazlığını gördüğümde de kendi çapımda üzülüyorum da. tartışma kültürünü aşıladı. tartışmanın değer katmadığı sürece anlamsız olduğunu da oradan çözer oldum. günlük hayatımı düzenlemeye sosyoloji ile başladım gerçek biçimlerde. mezun oldum ve toplumun arasına bir mezun olarak karıştım. mesleğimi soranlara sosyolog diyorum, genellikle doktor sanıyorlar, pek yorum da yapamıyorlar mesleğin içeriği hakkında. geçiştiriliyorum sadece.

    tanıdık-arkadaş-dost: insanların ikiden fazla yüzü var anladığım kadarıyla. kocaman bir elek sallıyorsunuz sosyal olarak, yorgunluktan düşene kadar. elekte kalanlar sizi ayağa kaldırıyor sadece. elenenler ise ayağınızı kaydırmaya çalışırken bile bu işi profesyonellikle yapıyor bittabi. dost kavramı genişti fakat anlamı daraldı kafamda, değeri arttı buna karşılık. dost dediğin kişi erdemli oluyor, hepsinin ortak özelliği bu baktığım zaman. ve dostluk kurumu sınıfsız toplum ideasının vücut bulmuş hali gibi. hiçbir zaman bir ego, bir sınıf üstünlüğü, bir lüks olmuyorlar. ihtiyaç oluyorlar, ekmek gibi su gibi. tanışma ile somutlaşan tanıdık - arkadaş - dost örneklemini bir çöplüğe benzetirsek eğer, dostlar bu çöplükte açan en nadide çiçektirler.

    kitap: bibliyoman etti beni. aç kaldım, susuz kaldım, hep aldım durdum. eve giren sorup durdu gevrek gevrek ''- okuyon mu layn sen şimdi bunları, hepsini okudun mu sen şimdi bunların keh keh keh'' benim için durumun mantığı basitti. yararlanacaksın, unutmayacaksın, fikir destekçisi ve ufuk açıcısı olarak kullanacaksın. alacaksan paran varsa hemen al, hiç tereddüte girme; bir gün lazım olacaklar çünkü sana. sonuçta bir an bile pişmanlık duymadım. açlık hissi yaşadığım oldu, yordular bazen eve kadar taşırken, kavga bile ettim ödünç verdiklerim yüzünden ama pişman edip yüzüstü bırakmadılar beni kitaplarım. bazılarını bir solukta bitirirken, bazılarının birkaç sayfası işime yarıyor. an itibariyle 1571 adet dostum var ve benden mutlusu yok.

    aile: en kutsal olarak geride bırakıp okumaya gittiğiniz ve bu kurumun kan bağına dayanan en eski tiyatro oyunu olmasını bir kenara bırakırsak, gerçekten aileye yabancılaşıyor mezun olup evine gelen insan. çünkü yatağına yabancısın artık, salonuna ve odasına hatta tuvaletine bile yabancısın, seslere ve aile içi hiyerarşiye yabancısın. anlıyorsun ki, yeni ve emek-yoğun bir hayat kurmanın vakti gelmiş çoktan. aile neden kutsaldır anlarsın, neden tiyatrodur onu da anlarsın uzun uzun düşündükten sonra. bilmeden üzerinde kurulmuş olan bir tahakkümdür aile, inancını da ideolojini de yönelimini de o belirler az çok. ama bilmeden, farkında olmadan. bu aşılamalar iyi niyetle olur her daim. iyiliğimiz için olur hesapta. ikilemde bırakır muntazaman bu durum düşüneni, ama aileden bağımsız anne, baba ve kardeş; dünyanın en değerli varlıklarıdır her daim bana göre.

    çay: hiç değişmedi yeri ve önemi. sadece miktarı ve bardağı değişti. bazen kağıttan reklamlı bardaklarda, bazen ince belli cam bardaklarda, kupalarda, fincanlarda. ama hiç yalnız bırakmadı beni bu tein maddesine kurban olduğum kutsal içeceği.

    sigara: şüphesizdir, daha çok içmeye başladım. anadolu üniversitesi'nde okuyup anadolunun bir şehrinde yaşayıp uzun anadolu içerken bu üçlemeyi farketmek mi dersiniz, camel soft ile salt keyif yapmak mı dersiniz. ne derseniz deyin. sınav öncesi motivasyonu ve sınav sonrası stres atışlarım hep sigara dumanıyla gerçekleşti.

    ikili ilişkiler: gençsin, dinamiksin, deneyimlerken deneyim oluyorsun. bu işin kendi iç dinamikleri her daim çok değişik işler. burada ne dersem aynısını kendime demiş olacağım. fakat kendime kötü şeyler yakıştırmamak adına değil de gerçekleri söylemek gerekirse üzen, dibe vurduran, sonrasında daha güçlü ve saf biçimde sevip sevilmenizi sağlayan, olgunlaştıran bir süreç yaşadım.

    yolun sonuna geldiğim gün, kitaplarımı elime koluma sığdıramadım. dostlarımı arkamı döndüğüm an özler oldum. film gibi değildi, ama film tadında bir gerçeklikti. platosu eskişehir olan bu filmimsi yıllar, fiziksel ve ruhsal acının en yüksek, fiziksel ve ruhsal hazzın en yüksek, güneşin en parlak, suyun en tatlı, havanın en temiz, düşüncelerin en akıcı olduğu yıllardı. son defa evimin kapısından çıktığımda, ''anahtarı içerde unutur muyum ?'' telaşı yoktu içimde. gülümsedim ve çıktım evimden. gülümsedim ve çıktım okulumun kapısından. şehrin sınırından da gülümseyip çıktım.

    mezuniyet sonrası boşluk denilen ruh haline ise kapılmamak gerekir. cv'ler yollandıkça, teciller bozduruldukça, aile ile gelecek tartışmaları yapıldıkça insan kendini kara bir uçurumun kenarına sürükler. yanlıştır. uzun bir emeği yeniden üretme sürecine girilmelidir acilen. sonrasında kabuğu değişen yeni benliği, topluma en farklı ve orijinal biçimde sunmalıdır birey kimine göre, kimilerine göre de dilediğin gibi yaşamalısındır. işte mezun olmak durumu budur. aslında doğduğumuz an gibidir, okuma yazmayı başladığımız gün gibi. güzel bir başlangıçtır, güzel bir farkındalıktır.
    #72193 gurcu | 11 yıl önce
     
  6. 6
    bir süreci başarı ile atlattığının kanıtı.
    tünelin ucunun bombok bir yere çıktuğını ise bilmem gerek var mı söylememe.
    kasmayın çocuks